28 Mart 2009 Cumartesi

Yeni Şiirleri-2: "Sinem"

yüzünün üzülmeye çalışmış yerlerinden bahsediliyor
güya gövdenin ve sesinin başına su gelmiş,
inanmazdım
herkesle hançersin de kendinle adın çıkmış sanki,
kalbini özenle kırmışsın bütün eşyanın, ummazdım

incirin öte hatrı suyun kuşkusuz fikriyle üzgünüm
dilemiştim ki en çok kar yağmasın bu kış
bu kış kalp suyumla ıslanmasın yastık!
dilemiştim ki yoktur aşk
bu mutlak hasar bu mükemmel hata
bu belki mümkün bir kusurdur sinemdeki
ama ödü varsa umru da var insanın ayarı gibi
anladım sanki:devlet neden şarap kullanmaz
neden en uzun suya en sessiz uzanır yüzün
neden en çok üzülmüş üzümün adı şaraba çıkar

sonra madem insan kal adında bir beladır
insan dalgın bir belgedir kendiyle hayat arasında
neden eve dönmekten ibarettir hayat
neden bazen simsiyah bir doğruyla denilir,
devletin ve allah’ın en iyi fikridir kış
bütün evlerin en mükemmel hatasıdır baba

başka incirin yarasını başka incir de bilmez gibi
talandır bu herkesle herkes olmak
kopan umur ufalan ödün adıyla
iki lekenin birbirine dağılmasına sadece aşk mı denir
diğer zeytinin diğer zeytine fethi gibi
dilerim herkesin vaktiyle adı sinem olan uzun bir
yasa değer eli
sinem!
o kadar , o denli.

Seyyidhan Kömürcü

Yeni Şiirleri-1: "Esna"

herkesin bıçağı yok bir esnada
eşyanın devamı
senin tamamın olduğum bir evde
sana en uzun yarımlardan bahsediyorum
ben açıkçası seni yanımda hep siyah bir huy gibi taşıdım
kendi masalından düşene biz denir bir vakitte
insan durup kuyusunu beğenmeye gelir bir dünyada
birkaç kişiydik güya
birkaç iş vardı
birkaç ev
iki ömür üç defa eşyanın asıl yerini aradım

aramak eşyanın en kötü yeridir bu bıçak başka
ruhumu kestim ruhumu kestiğim bir zaman biçimidir esna
siyah huylu adamlar var bir dünyada
bak sen sustukça kalbime kaçıyor sesim
bak kendimin devamı değilim ben
yüzümün devamı değil gövdem
yazık ki terbiye eşyaya mahsus insan unutkan
eskinin eski kıymetiyle utan dedim
utan ve güle kırmızı davran
eski seslerin aşkıyla ilgilendiğim o vakit
elimde alnın elimde ağız tadın
elimde seni sevme tehlikesi geçirdim diye bir ilan
gül'e sabır et sabr'a bıçakla katlan
başka hayal girince aşkın girmediği evlerde
kapının sesine inanmak feci
biz demek korkunç
zaman yok esna yalan
eşyanın asıl yeri kimin haddi
kimin hesabı sevişmeyi artık unuttum sanmak

bu sefer suyuma saplandı masalını yazdığım bıçak
bu yüzden ruhumu kesti masalını olduğum insan
işte bütün bütün suları daha iyi düşündüm
sesimin kara devamıdır sesin
insan aslen fazlasıdır bir dünyanın
her şeyi suyla düşünecek kadar pişmanıdır bıçak
burada hep iki kişiyiz ama üç ağız tadım var
hep üç cümlem var üçü de aynı:
insan bizzat fazlası olur bir dünya
dadersi tarih olanların en önce ellerini yıkaması içinmiş su
en uzun yarımlarla unutanmış insan

Seyyidhan Kömürcü

Recim

artık eflatun o sokakta şüphe
beyaz o evde duman ve ihtimale duramam
madem ki dışarıya olamadım
dışarıyı da içeri alamam
yalan ya da dolan
ikna ya da ısrar
karargâh denerim ben bu evde, karakol!
hepsini kurarım yedi hayatı varsa bu evin
hiçbirinde kalamam

hiçbiri, hepsi ve ikiz adında bir şey yok
yok taşın taşı seveceği, evin evi
madem ben buna sarıldım bunu sevdim
dedim ben ikiz adında birşeysizim
belki rahman belki rahim belki recim
kesin ikiz adıyla başlayan herşeysizim

madem ki mezar dilinin altında bile değilim
bu saf sabır olsa da biter
suç bir kuyunun bileziğinden
suç kuyusu yüzünün bitip gövdenin başladığı yerden
dedim ve sandım, bu taşı taşa sevdirme cezası
bu suya suyu
yüze yüzü
sana seni
ikiz aşksa ikiz aşka dedim
ihmal ya da kasıt
ip ya da kınnap
ve sızının yedi kat rahman olan adıyla
taştan kuyuya bir recim defteri tuttum
ne demek gözlerim
sandım ki herşey bu!
sandım ki herşey burnumdaki sızıya ilişen
alışan
çalışan iki karış yüzümün ikiz mezar taşı
sandım ki hersey nem ve buhar
hersey bir kalp! bir diğer kalbe çalışan
değildim! meğer derimin altında bile
dağılan dikkat kırışan umur vurulan sabır kadar

ben bu gözlerin gibisinden de kadarından da kudurdum
her yeşil tanrının sarı ve mavi
her avlulu evin cin ve cinnet
rahman rahim ve recim
aslında bunları toplasan yüzün yüzümde kıyamet
çok oldu yüzün yüzümde dışarı
çok oldu yüzünde içeriyi ve dışarıyı göremiyorum
recim ya da tanrı denmez
çok oldu ben bir taş daha atıp
bir taş daha içeri giriyorum
ben ve taş!
biri birimizi sever sandım
kurduğum her ev
döndüğüm her kadın
içtiğim her su bana ağlamayı unutur
beni okuduğum her dört kuyu kitap
her dört kara leke
her dört deniz tembihle dizlerine oturtur
o rahman ve rahim
recim bir defterde adım söylenir:
herşeyin doğusunda doğdun sen
babana kuzey taş gibi taş bir kadından
başta toz ve avlu kullandın
dua ve çamur
dört yapraklı yonca...
büyüdün, tekmeyle girdiğin avludan
tokatla çıktığın eve kadar
büyüdün, eyyüp bir kuyuya öğüt
ceylan bir yüze hatip
bir eliyle eli ve alemi
kör eliyle kendini okuyan hafız oldun
ben ve taş!
biri diğerini sever sandım
yeminle deniz bir yerde olamam
beyaz yüzüm gövdemin acı eviymiş
mezar yüzüm gövdeme sızı taşıymış
beşinci recim diye taşa toprağa bulaşsam
o tek! dört hatip ve dört kitap
bunları susup susup kimseye anlatamam
deniz bir yerde yasak elma
çöl bir yerde yedi hayat
kovul ve geril son akşam yemeğinden
gövdenden gövdeme çar-mıh ol desem
seni bir ömür orda da taşıyamam

recim taşlarımı içime atıp gidemediğim
amerikanı! amerikamız
biraz kurt, bir defter ceza
herşeyin doğusunda doğmak için
usansın ve utansın diye sabır
usansın ve utansın diye taş
dilenmeden onu bulmak dedim
kusur ya da israf
dalgın ya da dargın
rahman ya da rahim
el kaldırıyorum bu işe
madem ki hayatım zikir
bu recimde rol bu ayinde zehir olmak lazım
yedi vasiyetle sevdiğim her avuç zehir
kuşandığım her harp buhar oldu
başta özür dileyip öldürdüklerimin rahman adıyla
sandım ki herşey bu!
sandım ki herşey terleyen telaş
sıkılan sabır, vurulan umur
yedi farzla beni seven kızkardeşlerim
beş şartla geçirdiğim bu cinnet
ben ya da taş
sen ya da recim
biri diğerini kesin sever sandım
dedim artık benim de kapım aralansın
kanasın beyaz yüzümün siyah adamları
dilerim kara bir lekeyle suç atıyım
dilerim kara bir lekeyle suç atıyım
bu çok çağı anladım. o da beni anlasın

Seyyidhan Kömürcü

Yine Hasar

ahh ki çadırımızı onlar çaldı
bezimizi onlar gerdi
zift oldular şimdi asfaltla boyayacaklar bizi

bu ara insanın insana su topladığı yerden bahsediliyor
yakında toz ve duayla canı silinecek yerlerden
orda kasrı evlere kuyusu kendine yakın çocuklar üzülecek
orda ağızları kusur, gözleri rica çocuklar
yakında yeri yerinden oynatacak
tavana kadar canı sıkılacak onların

bu ara durmadan kanım kaynıyor karla karışık yağmura
bekliyorum biri gelsin ve bunu açıklasın bana:
çocuk mu ayin mi bu kendini dişleyen gövde
huysuz çaput, buruk tef, telaşsız dengbej
burda boyuna çukur ve incinmiş evlerden bahsediliyor
el yordamıyla anlatılıyor evin avluya canı sıkılmış hali
öyleydi, ondan uzun ediyorum bu erken ve unutkan sözleri:
burdaydım! burası çatık zamanda ısrar
burası çukur, hem taş hem telaş
kime nemlensen kendi kendine zaten ıslak
babadan kalma oyuk babadan kalma surat
aslında burası özenle hasar:
hayat ince, devlet dalgın, sabır sıkılgan
ortasından yırtılan, yırtıldığı yerden usulca dikilen dikkat:
yarısı dua üç kardeş dört kuyuyduk biz o avluda
parçalı bulut annem, bir oyuk biçimiydi babam
kendiliğinden ikiz yağış, biri diğerine kesin hasar

iki karış avluda dört kekeme kuyuyla başladı ayin
biri diğerine surat, her dalı tembih kalan üç kardeş
onun fistanlarından yapıldı bunca çaput
kulpsuz fincanda mırra, durmadan ona içildi acı
ona adandı o karla karışık yağmur o su şehri
bir rüya: çıkıp onu dileyen bendim düştüğüm ceviz ağacından
bendim dumana dayanıp tiner ve terebentine sataşan
rahatına düşkün binalarda ahh onlar:
orda evler avlusuna kadar üzgün
evler cinnet, bir şey olacakmış kadar sara
ahh onlar: biz cezbe oldukça bize soğan koklatıp
tabandan terasa kadar evlerin evlere canını sıktılar
göçtük ve gördük dört çiviyle yürüdü o güzel atlar
konuşan biz, dinleyen ve kişneyen onlar
insan insana olabilirdi evler evlere taş atmazsa

epeydir insanın insana su olduğu yerden de bahsediliyor
orda herkes herkese yüz
herkes kalan bulutundan düşen bin parça
orda her evin canı var, sıkılıp çocuk yetiştiriyor avluda
asıl onun su topladığı yerde başlamalıydı ah!
ahh, çukuru geç, kuyusu zamanla bulaşmalıydı çocuğa

üvey aklımın dumana derin sataştığı doğrudur
doğrudur adımın devletle, yüzümün ricayla anıldığı
sonra ahd olsun özenle annesi yok evlere
orda herkes herkese ayin
orda çocuk dediğin pür, çocukluk dediğin surat,
dediğin tenha, dediğin cezbe olmalı biraz

ahd olsun ki oraya
orda çocukluğu ısrarla tütenin avlu
orda, kalanın kendine kuyunun kuyuya taş attığını gördüm
engebeli evlerden ılık aklıma değnek
şimdi bana durmadan dumana alışık tef, çaput ve yağış gerek
işbu artan nevalem, onların çınlayan tembihleri:
uygun yaşam uygun adım uygun aşk
gidiyorum, mazgaldan mıknatıs ve özenle bırakıp herşeyi
gidiyorum, sular ve seller götürsün sizi

Seyyidhan Kömürcü

Hasar

aslında sadece bunu diyecektim:
durmadan hurdayım yanımda özen ve ısrar
yanımda boyuna kızaran yüz, burası dağılan dikkat
aslında düşünün sadece, bellek buyurun
nerdeyim, tam görünmüyorum, yalanlar uğrayacaktı bana
nerdeyim, üstelik telaşım da yok ortada

bilinir ki sadece bunu diyecektim:
iki kış bir karış devletle burdayım aslında
burdayım, burası oğulluğumun özenle suya bırakılmış semender hali
sözdü nemlenmeyecektim, sözdü sadece eğilip suyu sevecektim
ahh, kalmayacaktım kimsenin kimseye bir tespih kadar olmadığı günlerde
yalnız yüzümün karışlarına kanıp o devlete asla surat asmayacaktım
kandım, kaldım ve anladım
önümde beş öğün yangın, sonumda Sivas'ı dökülmüş ülke
herkes en çok kendine diğeri, kendi kendine surat
şaş dedim son dedim
şaş! ve olma zurnası kırık babamın davul eli
sonunda annem, elinde onun vasiyet tefi
vur haa! vur haa! vur haa...
ahh, sonra pişman pişman
annem annem
yüzüm gözüm birer birer
beni vur! vurma cinnet ikizlerimi

aslında sadece bunu diyecektim, burdayım ve bu bir oyuk
burdayım, burası hâlâ ve öylesine ağırlandığım durak günleri
dalgın yarımda şüphe, bıraktığı bıyıkta sebep arayan dedem
yanımda annem yanımda cinnet ve cinayet ikizlerim
yanımda savruk bir çift kabadayının dağılmış tespih taneleri

sorma, sadece oraya gidecektim, kötü çekilmiş bir fotoğrafa
o kimsenin kimseye bir devlet kadar kasrı yok günlerde
duası ezber, avluları dar ve toz
çeşmeleri ısrarla bozuklu çocukluğumun
orada değil, aslında durmadan burdayım burası çatık zamanda ısrar
burası özenle pişman, iki karış yüzümde terleyen telaş
sordum: sır kızıl, devlet unutkan, gördüğüm her surat tenha
sordum: törenler giz, zamanlar az, şakayla karışık:
hâlâ severken öldürülen o yavruya mı benziyor aşklar

ben buraya aslında kal diyen her yerden çıkıp geldim
şaştım, geçerken hiçbir hayata taşınmadan kaldım
taş attım kendime, kuyu kazdım
özendim kaldım geçerken uğrayan babanın çocuğuna
durmadan kendime geçtim, geçmeye devam
ben ısrarla uğrayanı özenle sevdim, sevmeye devam
elbet kendi kendine sağanak
elbet babadan kalma bir yağış biçimi
yine de ahh: gümüş ömürlerin altınkesimi
canım canım
teker teker
tane tane söyle babadan kalma oyuk günleri

aslında sadece bunu diyecektim. burdayım!
burası dövülmüş bir yüzün yüz üstü düşme hâlleri

Seyyidhan Kömürcü

26 Şubat 2009 Perşembe

Alıntı...

artık eflatun o sokakta şüphe
beyaz o evde duman ve ihtimale duramam
madem ki dışarıya olamadım
dışarıyı da içeri alamam
yalan ya da dolan
ikna ya da ısrar
karargâh denerim ben bu evde, karakol!
hepsini kurarım yedi hayatı varsa bu evin
hiçbirinde kalamam...

Hasar Ayini Hakkında...

Hasar Ayini'ndeki şiirleri yazarken, öznenin özneye, dilin dile nesnenin nesneye, fiilin fiile devlet, yani otorite oluşu, bir sıfat olarak sevgilinin sevgiliye, anne ya da babanın çocuğa ve devletin bütün bunlara devlet oluşunun kısmen ironik bir hasar tespitine girişmiş buldum kendimi. Çok sonra bu huşu durumunun bir ayine karşılık geleceğini fark ettim. Yani tematik bir iddiayla da oluşmayan bu kitap, aynı makineyle çekilmiş, bu yüzden de renk anlayışı aynı olan 26'lık bir poz: Baktıkça beni öteye ya da beriye dönük yaşanmışlık kısmında titreten bir fotoğraf albümü. (Seyyidhan Kömürcü)

Hasar Ayini Ödülleri
Yaşar Nabi Nayır Şiir Ödülü - 2003